30 Mart 2012 Cuma

dinlerken içimi kazıyan,sanki aldığım her nefesin kalbime ağırlık yaptığını hissettiren şarkıların şimdi dinlerken hiçbir şey hissettirmemesinin tek bir açıklaması olabilir.artık o an her ne düşünüyorsan şu anda neden onu eskisi kadar düşünmediğini düşünüyorsun.artık öznelerin değişmiş demektir bu.kendine dönüşün başlamış demek.kendine yolculuğun.sorularının öznesi kendisi olunca insanın artık yaşamı da kendisinin olmaya başlıyor.insan böyle böyle öğreniyor bencilliği.yaşam insana unutturarak hatırlatıyor bazı şeyleri.sevmeyerek sevmeyi öğrettiği gibi

25 Mart 2012 Pazar

insanın mülkü yarasındadır

I.

yok artık bir yanardağım!

II.

gözlerime indirdiğin melekler de yok artık
gittiler beni dili dargın bir zamana verdiler
gördüler aşkı yaraya süren bir semazenim ben
bu nefes kimindir dediler bu kendine dönen kimdir?
bilmediler içime dökülen bu kuyular sendendir
ruhuma diktiğim bu lekeler emanetindir bilmediler
dediler: kalbi susmuş bir adamdır bu! terk edin!
eli düzgün yüzü güzel bir ölüm getirin ona!

III.

bana biçilen bu ölüm armağan mı bela mı bilemedim
eğildim dünyaya yüzünün yaprağına değdim
gövdeme gömülü rüzgârların kapısında bekledim
taş söyledim çöl içtim kusur ettim kendimi
insanın insana açıldığı ilk tufandır aşk dedim
dağıma indim karanlığıma
aşka tutulan bir mum ile sana değdim
diledim ki kalbimi düşürdüğüm çadırında döneyim!
dilime değen mühür alnımda duran kılıç
dünyaya dağıldığım aynada seni söylesin
kirpiğimden kalkan gemiler hep suyunda gezinsin diledim!

IV.

buymuş dedim
aşk akrep taşırmış kalbin otağına
ömre dökülen sözler sahipsiz kalıncaya kadarmış
bitermiş başkasının koynuna bırakılan bir rüya
ceninde susan her su ölürken celladını beklemezmiş
ve gül, şüpheymiş; gitmezmiş kalbi olmayana!

şimdi git!
kalbini kaybetmiş bir şüpheyle bak bana!

V.

beni anlama!
ruhumda gezinen bu nehir boşuna
boşuna alnımda açılan bu levha
insan dediğin bu dünyada bir yaradır
bir inleyiş hüzünler kapısında

beni anlama!
yüzüme tuttuğum bu dünya
geri vermeyecek gözlerimi nasılsa
tozunu aldığım bu ayna beni bilmeyecek
gidecek sırrını söyleyecek büyük bir dağa
bana gelmeyecek

beni anlama!
sen tanıdık bir eskisin
suyundan verme bana

bu kırbaç sözler benimdir
bu gözler elem kuyusudur sana!

VI.

bilmeni istedim
istedim ki beni bilmeni
aklımı sustuğum o günden beri
avucumda gezdirdiğim bir mezarla
sözü eksik bir kalemden kendimi dilemekteyim
bu benim kaderim değil kabulümdür
kendini bana süren merheme çareyim

dokunma!

kalbimin anahtarı yok artık
canımı senden çektim
değilsin emanetim

seni bana bırakma!

VII.

onca yolu ölerek geldiğim onca sana
alnımda taşıdığım bu harfler kimeydi bilme!
beklediğim bu köprü kimin suyuna giderdi?
bu hangi bahçeydi içinde dağıldığım?
araladığım bu perde hangi zamana değerdi?

öyle tozluyum ki bu yeryüzünde öyle dolu ki
denizleri süsleyen bir cesedim ben sanki
denizler ne ki?

derinde susmayan bu tufan nedir peki?
insan neden uğraşır içinin kumaşıyla?
neden susar, bağırır, ağlar, dağılır?
bir taşa neden derdini anlatır durmadan?



her sorunun yanıtı yanlışında gizlidir
ve her yalanın bir doğrusu hep vardır:

ben sana yanlış kapıdan okunmuş bir kilidim!

sen buna inanma!
 
veysi erdoğan

23 Mart 2012 Cuma

Öndeyiş

Bedenim üşür, yüreğim sızlar.
Ah kavaklar, kavaklar!

Beni hoyrat bir makasla
Eski bir fotoğraftan oydular.

Orda kaldı yanağımın yarısı
Kendini boşlukla tamamlar.

Omuzumda bir kesik el,
Ki hâlâ durmadan kanar.

Ah kavaklar, kavaklar
Acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar.

metin altıok

22 Mart 2012 Perşembe

böyle olmalı mı bu?her zaman mı böyleydi,yoksa modern zamanların götürdüklerinin yerine getirdiği mi bu zorluklar? her daim sorar mıydı insan,kendine bu kadar döner miydi,sebepsiz mutsuzlukları var mıydı? kaybedişleri oldu da sonra aradı mı kendini ilk insan da?hakikaten kuzum kendi olmak deyişi ne zaman icat edilmişti? insan sorgulamadan,yargılamadan,hesap yapmadan aşık olabilir mi?

FOTOĞRAF

Durakta üç kişi
Adam kadın ve çocuk

Adamın elleri ceplerinde
Kadın çocuğun elini tutmuş

Adam hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü

Kadın güzel
Güzel anılar gibi güzel

Çocuk
Güzel anılar gibi hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi güzel

Cemal Süreya

20 Mart 2012 Salı

Bu gün sana çok doğal gelen şeyin, dün bedeli ödenmiştir
düşünüyorum da, 
sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek. 
Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi, 
Cesaretsizliğimizin anlaşılması, 
Korkularımızın paylaşılması 
Sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti. 
Kabuklarımızın altında 
Kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız. 
Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında. 
Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden. 
İstiridyeler, deniz minareleri, midyeler. 
Kirpiler ve kaplumbağalar gibi. 
Sahi koruyor mu bu çatlamamış sert kabuk? 
Kimse incitemiyor mu, duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi? 
Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize.? 
Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor gerçek kimliğimizi, 
Duyularımızı bastırıyor, elele tutuşmamızı engelliyor mu? 
Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak. 
Ne çıkar ateş böceği sansalar beni.? 
Belki en hoyrat yürek bile, ateş böceğinin o uçucu, masum, sevimli çocuksuluğunu el kaldırmaya kıyamaz? 
Güçlü kapıların arkasına kilitlesem kendimi, korkaklığımı, sevgi isteğimi 
En insani yönlerimi kayıtsızca sunabilsem, bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup, bir kuş gibi uçacağım özgürce. 
Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine. 
O da çözülecek belki samimi ve güvenliksiz, silahsız biriyle göz göze gelince. 
Oysa bir görebilsek bunu, kalmadı böyle insanlar demesek. 
Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak. 
Kırılmaktan korkmasak 
İncinsek yaralansak. 
Ne olur bir darbe daha alsak. 
Yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabuğu 
Denesek 
Risk alsak 
Yanılsak 
Farketmez 
Tekrar tekrar bıkmadan denesek ve kucaklaşsak yeniden, tıpkı eskisi gibi. 
Ne olduğunu anlayamadığımız o onbeş yıldan öncesi gibi. 
O zaman farkedeceğiz. 
Ne kadar özlediğimizi birbirimizi. 
Neler biriktirdiğimizi, 
Kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi 
Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa. 
Vakit az, paylaşmak, sarılmak için. 
Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır. 
Yüreği daha fazla küstürmemek lazım. 
Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan. 
Ve koşullar bir türlü düzelmeyen. 
Sevgiye çok ihtiyacımız var. 
Ufukta kar bir kış görünüyor. 
Ancak birbirimize sokulursak atlatırız o günleri. 
Kırın o sert ağır kabuklarınızı. 
Kurtulun bu yükten. 
Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize. 
Yalnızlığa mahkum ediyor bizleri. 
Hem hepimiz bir yıldızız. 
Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi." 

R. Tagore

18 Mart 2012 Pazar

Dar geçit, yağmurlu bir gece, o da şemsiyeli
Çok basit: Ben yukarı kaldırdım, rahatça geçti.

behçet necatigil

6 Mart 2012 Salı

Pollyanna’ya Son Mektup

“Aşk mektupları elbette yakılmalı, 
geçmiş en soylu yakacaktır.” 
(Nabokov) 

Muhabbet kuşumuz öldü 
Arkasında uçuşan tüyleriyle mavi bir sonbahar bırakarak 
Biliyorsun ölüm, mavi boş bir kafestir kimi zaman 
Acıyı hangi dile tercüme etsek şimdi yalan olur Pollyanna 

Uyuyamadığım gecelerin sabahında 
Gözaltlarımdan mor çocuklar doğardı 
Mor çocuklarıma ninni söylerdi sabah ezanları 
Fırtına ters çevrilen şemsiyelere benzerdi 
Duaya açılan avuçlarım 
Avuçlarıma kar yağardı 
Kimi zaman tipi... 
Kaç kere avuçlarımda mahsur kaldım. 
Birkaç kış geçti Pollyanna 
Ben hep mahzun kaldım. 
Kocaman bir kardan adam yaptı içime bir çocuk şair 
Tuhaf şarkılar mırıldanarak: Şiirime kenar süsü olsam ben 
Bir kenar süsünün gülü olsam ben 
Sarı deftere tuttuğum bir günlük 
Aşk olsam ben... 

Sonra yazları 
Yaseminlerle sarmaş dolaş bir balkonum oldu 
Balkon yaseminlerle sevişirdi 
Rüya hülyayla sevişirdi. 
Ben o beyaz ve güzel kokan çadırın altında 
Geceyle sevişirdim. 
Bir davet gibi otururdum balkonda 
Bir beyaz örtü gibi sarardım acılarımı başıma 
Ben sevgilisi çile olan bir gelindim Pollyanna 
Gel derdim gel, kim olursan ol yine gel... 
Çiçekli bir düğün davetiyesi gibi otururdum balkonda 
Yıldızlar ürkerdi, titrerdi davetimden 
Ayın etrafında beyaz bir hale dönerdi. 
Bileklerimi uzatırdım çıplak, beyaz ve inca 
Işıktan bir kelepçe istedim yüz görümlüğü olarak Pollyanna. 
Secde eden alnımı, 
Şarap içen dudağımla öpmek istedim. 
Dizlerimde ve dirseklerimde nasır tutan arayışımı 
Beyaz bir merhemle ovmak istedim. 
Beyaz bir günahtır aramak kimi zaman Pollyanna... 

İtiraf etmek gerekirse 
Domates-biber biçiminde tuzluklar aldım pazardan 
Kalp şeklinde kültablaları 
Kalbimde söndürülmüş birkaç sigaradan kalan kül 
Yetmezdi yeniden doğmaya. 
Orhan Gencebay dinledim itiraf etmek gerekirse 
Bedelini ödedim ama Pollyanna 
İtiraf artık tedavülden kalkmış bir kağıt para. 

Hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı Pollyanna 
Çimento, demir, çamur... 
Duvarlarımı şiir ve türkü söyleyerek sıvardım. 
En üst kattan düşerdim her gün 
Esmer bir işçi gibi dilini bilmediğim bir dünyaya 
Hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı Pollyanna 
Sana ve mutluluğa yazılmış mektuplarıma 
Cevap beklediğim zamanlarda. 

Benim bir köyüm olmadı. 
Hiçbir şehir karlı sokaklarıyla bana 
Pazen gecelik giymiş bir anne gibi sarılmadı. 
İstanbul’u evlat edinsem 
Benimsemezdi nasıl olsa otuz yaşında bir anneyi 
Yüzyıllarca yaşamış bir çocuk olarak. 
Mütemmim cüz olamadım hiçbir aşka Pollyanna 
Bir kitaba bir cüz olamadım. 
Yukarıdan aşağı, yedi harfli battal boy bir intiharı denedim. 
Hiçbir bulmacayı tamamlayamadım. 
Bir kediyi okşasam ellerim yumuşardı 
Biri okşasam bir yumuşardı. 
Bire “BİR” olamadım. 

Fırfırlar olmalıydı oysa hayatımın kenarında Pollyanna 
Kırmızı puanlı bir şiir olarak uyumalı, mor puanlı 
uyanmalıydım. 
Pişman olmamalıydı orada olmalarından yeşil farbelalarım. 
Bir çingenenin çıkardığı dil olmalıydı şiirlerim. 

Sana bu son mektubu, 
Artık senden mektup beklemediğimi söylemek için 
yazıyorum Pollyanna 
son şiirini yazmaya cesaret edememiş bir şair olarak.

Didem Madak

4 Mart 2012 Pazar

bazen hiç akıllanmayan şu kendimi güzel bi benzetmek istiyorum.bu kadar net