24 Mayıs 2012 Perşembe

Bir yeldeğirmeni niye döner ki?
Ben Don Kişot olsam bunu merak ederdim.
Ama ben yine ben olarak bir yeldeğirmeni olsam,
İlla bir Don Kişot'u severdim


turgut uyar

jonathan livingston

''yaşamak için ne çok neden var!balıkçı teknelerinin etrafında o rutin,sıkıcı dönüp dolaşmadan başka neler ar yaşamak için.cehaletimizi kırabiliriz,becerilerimizi,yeteneklerimizi ve zekamızı kullanarak kendimizi bulabilir,kendimiz olabiliriz.en önemlisi,özgür olabiliriz!uçmayı öğrenebiliriz.''

''yaşamın gerçek anlamını arayan,bulmaya çalışan bir martıdan daha sorumluluk sahibi biri olabilir mi?bin yıldır yaptığımız tek şey balık peşinde koşmak.artık yaşamak için bir nedenimiz olmalı;öğrenmek,keşfetmek,özgür olmak gibi''

martı jonathan bezginliğin,korkunun ve öfkenin bir martının ömrünü kısalttığını,bunların zihninden uzaklaştığında ise hoş ve uzun bir yaşam süreceğini de fark etmişti

23 Mayıs 2012 Çarşamba


Kimse Temizm Demesin
Sonra onlar çılgınlık bitip
Sürü dağılınca, yapayalnız gecelerinde
Durgun ve dilsiz, yastıklara çivili
Bir mızıka sesiyle uyanmazlar mı
Asaf'ın ateşlere karşı çaldığı ?..

Bir otel odasında gencecik çocuklar
Çırpındıkça bir yudum soluk için
Üzerine benzin döküp oynayanlar
Onlar birgün öpmeye eğilince çocuklarını
Dudaklarında duman ve yanık et kokusu
Boğum boğum tıkamaz mı soluklarını ?..

Sevgisiz bir tanrının kinle büyüttüğü
Ölüme tapınan o siyah adamlar
Onlar birgün yağmurlardan sonra
Güneş salkım salkım dallarda yanarken
Rüzgardan utanıp sudan korkmazlar mı ?..

Ayrılık herkesin kapısını çalar birgün
Dağlar kararırken ya da günün eşiğinde
Onlar, saz kırıp şiir yakanlar
İçlerinde gezinen kederi bir türküyle
Bastırmak isterlerse derinden ve sessiz
Çalmazlar mı duvarlara kirli bedenlerini ?..

Kimse temizim demesin, kimse
Bütün bir ülke odun taşıdı Behçet'in yangınına...
Onlar, secdesi küf kıblesi korku olanlar
Onlar birgün ölüm menevişlenince içlerinde
Tütmez mi kirpiklerinde 'dumanı lekesiz biri' ?..
 
Şükrü Erbaş

Biz Neden Başkalarını Sevemiyoruz
Gümüşün ustalarını bitirdik
Ahşap konakların oymalı dolapların
Üzümün camın kesme taşın ustalarını...
Akik kehribar yakut ve lal
İşleyip incecik dünyayı parmaklarıyla
Hantal düzlüğümüze köpük köpük
Pencereler açan ustalarını
Işığın, sevginin ve iyiliğin
Bitirdik bir bir hünerleriyle boğarak...

Uçurumların türküsünde şimdi sıra
Dorukların karında, çimenlerin sütünde...
Fırat'ı yasaklayıp Dicle'yi susturarak
Tütün peynir yün ve pirinci
Gömerek ağır toplarla toprağa;
Kıl cecim savatlı düş rüzgârlı poşu
Bin yıldır kendi yurdunda konuk
Bin yıldır göçer iki zulüm arasında
Akıl almaz bir yaşama ustası
Koca bir halkta şimdi sıra...

Narcissusun aynasında yalnız kendi suretimiz
Biz neden başkalarını sevemiyoruz...
 
Şükrü Erbaş

Tutuşmak Üzere Yeniden
Sızıyor sessizce kendi derinine
Çıkışını bulamayan sular.
İnsan aynı türküyü aynı içtenlikle
Söyleyemiyor ki uzun zaman
Böyle karşılıksız yankısız
Değişiyor usul usul eski duygular.

Biliyor musun kalbim artık
Bir kuş gibi çırpınarak pencere önlerinde
Titrek kanatlarıyla umudun
Düşmüyor bekleyişin hayal camlarına
Gelmene yakın saatlerde.

Hayat dolduruyor hey boşluğu kendince
Bir başka başlangıçla
Tutuşmak üzere yeniden
Pembe üflemeleriyle bir 
ince soluğun 

Soğuyor acılar bile..
 
Şükrü Erbaş

22 Mayıs 2012 Salı


Fotografium Nikon D3200 Profesyonel Fotoğraf Makinesi Hediye Ediyor. Siz de katılın Nikon D3200Lowepro Çanta (DSLR Video Fastpack 250 AW Sırt Çantası) ve Slik Tripod (Slik 500DX Tripod) kazanma şansı elde edin.
http://goo.gl/ciXjD?ref=1019 adresini ziyaret ederek detaylı bilgi alabilirsiniz.

20 Mayıs 2012 Pazar

"sevgilim, diyorum, oysa kimsecikler yok yanımda
bilmiyorum kime sevgilim dediğimi
bildiğim bir şey varsa
o kadar yeni bir anlamda söylüyorum ki bu kelimeyi
unutup birden zamanı ve yeri
onunla bir günü kutluyorum coşarak
onunla bir günü kutluyoruz sanki."

Başka-Kendilerimiz İle Kendi-Başkalarımız Ve Kendi-Başkalarımız İle Başka-Kendilerimiz Arasından
BAŞKA-KENDİLERİMİZ İLE
KENDİ-BAŞKALARIMIZ VE
KENDİ-BAŞKALARIMIZ İLE
BAŞKA-KENDİLERİMİZ ARASINDAN


“Akıllı olduğunu düşünemeyecek kadar akıllı
Deli olduğu düşünülmeyecek kadar deli’nin
niçindenliğini bilmediği sıkıntısı geçiyor

Uyanmak, bir akşam bir adamı yatağından kaldıracak.
Adamın gözleri adama uyanışı anlatacak.
Gözleri gel gel diyecek.
Doğrulmak adamı kucağına alacak.
Adımın birincisi ayağına sarılacak.İkinci adım birincisinin içinden doğacak.
Adımlar ana-oğul babasız sıralanacak.
Adamın gözleri adama bak bak deyecek.
Pencere adamın gözlerini kuşatacak,
Bakışlarını caddeye serecek
Görüşleri yayılacak.
Caddede insanlar gezinecek.
Oda bu sırada işe karışacak,
Adamı dışına çıkaracak.
Çıkmak öbür fiillere komutan çıkacak,
Merdivenlere indir komutunu verecek.
Merdivenler onu bir kapıya itecek.
Kapıya açıl komutu gelecek.
Kapı bu işi adama yaptıracak.
Evin içi dışına dönecek,
Burada adama karış komutu ulaşacak.
Adam saf saf yanaşacak,
Bakmaya alışmak adama gördürecek.
Görmek adamı sürekli bunaltacak.
Adam gördükçe şaşıracak,
Şaşırdıkça sürekli görecek.
Adam bilmek fiilini arayacak,
Ama bulamayacak.
Adam geleni geçeni kendi sanacak.
Bu ne kadar çok kendim deyecek.
Hep başkalarını görecek.
Hani ben, nerede ben deyecek.
Anlamak isteyecek ─ bir istemeseydi─ .
Anlamakla bunu istemek yan yana gelecek
Bir çağ bitecek, biri başlayacak.
Neden-, niçin-, nasıl’a yönelecek ─ ya yönelmeseydi─ .
Anlamak fiili ─ ister istemez─ birden adama verilecek.
Adamın durumu belirecek, hızı gelişecek.
Ayarı insanca bozulacak.
Neleri anlamalı, neleri değil, ayıramayacak.
Başka-kendilerini görünce şaşıracak.
Kendi-başkalarını onlarla karıştıracak.
Önünden boyuna başkaları geçecek,
Önünden boyuna kendisi geçecek,
Bu ne kadar çok ben deyecek.
Aralarında bir yabancı arayacak.
Kendinde bir yabancı arayacak.
Bu ne kadar çok yan yana ben deyecek.
Ben kendime nereden gireyim deyecek.
Ben kendimden nasıl çıktım deyecek,
Ne zaman deyecek, niçin deyecek.
─ Deyecek de ne olacak─
Olan olacak olduğunca, olacağınca.
Bu andan o ana olanca.
İş işden geçecek.
Adama bir yardımcı fiil birden düşecek.
Adam onu ilkin bir şey sanacak.
Onunla düşünmeye alışacak.
Düşünceleri onunla kör-topal gidecek.
Adam bundan şımaracak.
Dur şununla bir iş göreyim deyecek,
Eline cebi değecek.
Adam ile tabancası birleşecek.
O anda bütün öbür fiiller ondan geri alınacak.
Adam ateş edecek.
Bütün fiiller ona geri verilecek..
Adam birini vuracak..
Adam kendini vuracak..
Adam beni vuracak. Bilecek..
Ler, siniz.
Perde burada inecek.
Perdenin önündekiler donup kalacak..
Lar, sınız.
Perdenin arkasındakiler bekleyecek..
Ler, siniz.
Bir ölü yerde uzanık yatacak.
Vuranı görenler vurulanı görmek isteyecek.
Tıklım tıklım insanlar eğilecek.


Kim baktıysa görecek.
Yerde kendini görecek.
Hepsi başkayı umduğunda şaşıracak.
Dışlarına binlerce A çıkacak.
A’lar çelik teller gibi dolaşacak.
İçlerine birer nefes Hi dolacak.
Yerde yatanda herkes kendini tanıyacak.
Bir perde aralanacak
Vuran ortaya çıkacak.
Ortaya çıkanda herkes kendini tanıyacak.
Herkes kendini tanıyınca iş bitmeyecek,
Başlayacak. 

22 Nisan 2012 Pazar

  1. sesini ver sesime, sensiz türkü söylenmez.
    uzat bana elini bu, yol sensiz yürünmez

    gücünü kat gücüme, sensiz bu dağ delinmez.
    anlat bana sevdanı, sevda sensiz bilinmez

2 Nisan 2012 Pazartesi

Ömür Hanım...

"Ve güz geldi Ömür Hanım. Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde.

Yağmur ha yağdı ha yağacak. İncecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı, yüzüm ömrümün atlası, düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası.

Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür Hanım?

Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar?

Göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz düşünün ki Ömür Hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış. Böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir?

Yaşamı düz bir çizgide tutmak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de?



Yağmur yağıyor ömür hanım...gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına... Ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar katından?

Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bilincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dönelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür Hanım. Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece.

Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür Hanım. Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden. Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum; umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki?

Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama değil mi yoksa?

Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu, ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim; çarşılar yeterdi avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise, bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, varolmaya, dar çevre Yitikleri'nde önem kazanmaya...


Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir ben'e ulaştırırdı beni, kederli dalgınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay yakınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir Ömür Hanım?

Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür Hanım, şiiridir. Beni konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yüreğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...

Yalnızım Ömür Hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi karanlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle?

Kendilerinden olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok konuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...Kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki?

Olanağı olsa da insanların yürekleri konuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya...

Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik sesten hele de güncel ve kof her zaman iyidir, düş gücü, iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür... Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de.

Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile, bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı yoktur; istemek yaşamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz.

Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir parçamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hünerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...

Kıyılarımız duygularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir, ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, ağız dil vermez geceye? Ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. Çözemeyiz de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla.

Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...Sızar iğne ucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan...dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla nem bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de...

Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün kalıplarından. Beni duy ve anla.

Yağmur dindi Ömür Hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi yine. Doğa aynı oyunu oynuyor bizimle. Umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa?

Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür Hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sürünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? Kim ne diyebilir ki?

Kimseler görmedi Ömür Hanım, bu dünyadan ben geçtim. İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan garip bir gülümsemeyle yüzümde, incelik adına ben geçtim... Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kırıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlarla çözdüm.

Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür Hanım? "


Ve Güz Geldi Ömür Hanım / Şükrü Erbaş

30 Mart 2012 Cuma

dinlerken içimi kazıyan,sanki aldığım her nefesin kalbime ağırlık yaptığını hissettiren şarkıların şimdi dinlerken hiçbir şey hissettirmemesinin tek bir açıklaması olabilir.artık o an her ne düşünüyorsan şu anda neden onu eskisi kadar düşünmediğini düşünüyorsun.artık öznelerin değişmiş demektir bu.kendine dönüşün başlamış demek.kendine yolculuğun.sorularının öznesi kendisi olunca insanın artık yaşamı da kendisinin olmaya başlıyor.insan böyle böyle öğreniyor bencilliği.yaşam insana unutturarak hatırlatıyor bazı şeyleri.sevmeyerek sevmeyi öğrettiği gibi

25 Mart 2012 Pazar

insanın mülkü yarasındadır

I.

yok artık bir yanardağım!

II.

gözlerime indirdiğin melekler de yok artık
gittiler beni dili dargın bir zamana verdiler
gördüler aşkı yaraya süren bir semazenim ben
bu nefes kimindir dediler bu kendine dönen kimdir?
bilmediler içime dökülen bu kuyular sendendir
ruhuma diktiğim bu lekeler emanetindir bilmediler
dediler: kalbi susmuş bir adamdır bu! terk edin!
eli düzgün yüzü güzel bir ölüm getirin ona!

III.

bana biçilen bu ölüm armağan mı bela mı bilemedim
eğildim dünyaya yüzünün yaprağına değdim
gövdeme gömülü rüzgârların kapısında bekledim
taş söyledim çöl içtim kusur ettim kendimi
insanın insana açıldığı ilk tufandır aşk dedim
dağıma indim karanlığıma
aşka tutulan bir mum ile sana değdim
diledim ki kalbimi düşürdüğüm çadırında döneyim!
dilime değen mühür alnımda duran kılıç
dünyaya dağıldığım aynada seni söylesin
kirpiğimden kalkan gemiler hep suyunda gezinsin diledim!

IV.

buymuş dedim
aşk akrep taşırmış kalbin otağına
ömre dökülen sözler sahipsiz kalıncaya kadarmış
bitermiş başkasının koynuna bırakılan bir rüya
ceninde susan her su ölürken celladını beklemezmiş
ve gül, şüpheymiş; gitmezmiş kalbi olmayana!

şimdi git!
kalbini kaybetmiş bir şüpheyle bak bana!

V.

beni anlama!
ruhumda gezinen bu nehir boşuna
boşuna alnımda açılan bu levha
insan dediğin bu dünyada bir yaradır
bir inleyiş hüzünler kapısında

beni anlama!
yüzüme tuttuğum bu dünya
geri vermeyecek gözlerimi nasılsa
tozunu aldığım bu ayna beni bilmeyecek
gidecek sırrını söyleyecek büyük bir dağa
bana gelmeyecek

beni anlama!
sen tanıdık bir eskisin
suyundan verme bana

bu kırbaç sözler benimdir
bu gözler elem kuyusudur sana!

VI.

bilmeni istedim
istedim ki beni bilmeni
aklımı sustuğum o günden beri
avucumda gezdirdiğim bir mezarla
sözü eksik bir kalemden kendimi dilemekteyim
bu benim kaderim değil kabulümdür
kendini bana süren merheme çareyim

dokunma!

kalbimin anahtarı yok artık
canımı senden çektim
değilsin emanetim

seni bana bırakma!

VII.

onca yolu ölerek geldiğim onca sana
alnımda taşıdığım bu harfler kimeydi bilme!
beklediğim bu köprü kimin suyuna giderdi?
bu hangi bahçeydi içinde dağıldığım?
araladığım bu perde hangi zamana değerdi?

öyle tozluyum ki bu yeryüzünde öyle dolu ki
denizleri süsleyen bir cesedim ben sanki
denizler ne ki?

derinde susmayan bu tufan nedir peki?
insan neden uğraşır içinin kumaşıyla?
neden susar, bağırır, ağlar, dağılır?
bir taşa neden derdini anlatır durmadan?



her sorunun yanıtı yanlışında gizlidir
ve her yalanın bir doğrusu hep vardır:

ben sana yanlış kapıdan okunmuş bir kilidim!

sen buna inanma!
 
veysi erdoğan

23 Mart 2012 Cuma

Öndeyiş

Bedenim üşür, yüreğim sızlar.
Ah kavaklar, kavaklar!

Beni hoyrat bir makasla
Eski bir fotoğraftan oydular.

Orda kaldı yanağımın yarısı
Kendini boşlukla tamamlar.

Omuzumda bir kesik el,
Ki hâlâ durmadan kanar.

Ah kavaklar, kavaklar
Acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar.

metin altıok

22 Mart 2012 Perşembe

böyle olmalı mı bu?her zaman mı böyleydi,yoksa modern zamanların götürdüklerinin yerine getirdiği mi bu zorluklar? her daim sorar mıydı insan,kendine bu kadar döner miydi,sebepsiz mutsuzlukları var mıydı? kaybedişleri oldu da sonra aradı mı kendini ilk insan da?hakikaten kuzum kendi olmak deyişi ne zaman icat edilmişti? insan sorgulamadan,yargılamadan,hesap yapmadan aşık olabilir mi?

FOTOĞRAF

Durakta üç kişi
Adam kadın ve çocuk

Adamın elleri ceplerinde
Kadın çocuğun elini tutmuş

Adam hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü

Kadın güzel
Güzel anılar gibi güzel

Çocuk
Güzel anılar gibi hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi güzel

Cemal Süreya

20 Mart 2012 Salı

Bu gün sana çok doğal gelen şeyin, dün bedeli ödenmiştir
düşünüyorum da, 
sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek. 
Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi, 
Cesaretsizliğimizin anlaşılması, 
Korkularımızın paylaşılması 
Sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti. 
Kabuklarımızın altında 
Kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız. 
Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında. 
Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden. 
İstiridyeler, deniz minareleri, midyeler. 
Kirpiler ve kaplumbağalar gibi. 
Sahi koruyor mu bu çatlamamış sert kabuk? 
Kimse incitemiyor mu, duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi? 
Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize.? 
Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor gerçek kimliğimizi, 
Duyularımızı bastırıyor, elele tutuşmamızı engelliyor mu? 
Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak. 
Ne çıkar ateş böceği sansalar beni.? 
Belki en hoyrat yürek bile, ateş böceğinin o uçucu, masum, sevimli çocuksuluğunu el kaldırmaya kıyamaz? 
Güçlü kapıların arkasına kilitlesem kendimi, korkaklığımı, sevgi isteğimi 
En insani yönlerimi kayıtsızca sunabilsem, bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup, bir kuş gibi uçacağım özgürce. 
Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine. 
O da çözülecek belki samimi ve güvenliksiz, silahsız biriyle göz göze gelince. 
Oysa bir görebilsek bunu, kalmadı böyle insanlar demesek. 
Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak. 
Kırılmaktan korkmasak 
İncinsek yaralansak. 
Ne olur bir darbe daha alsak. 
Yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabuğu 
Denesek 
Risk alsak 
Yanılsak 
Farketmez 
Tekrar tekrar bıkmadan denesek ve kucaklaşsak yeniden, tıpkı eskisi gibi. 
Ne olduğunu anlayamadığımız o onbeş yıldan öncesi gibi. 
O zaman farkedeceğiz. 
Ne kadar özlediğimizi birbirimizi. 
Neler biriktirdiğimizi, 
Kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi 
Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa. 
Vakit az, paylaşmak, sarılmak için. 
Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır. 
Yüreği daha fazla küstürmemek lazım. 
Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan. 
Ve koşullar bir türlü düzelmeyen. 
Sevgiye çok ihtiyacımız var. 
Ufukta kar bir kış görünüyor. 
Ancak birbirimize sokulursak atlatırız o günleri. 
Kırın o sert ağır kabuklarınızı. 
Kurtulun bu yükten. 
Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize. 
Yalnızlığa mahkum ediyor bizleri. 
Hem hepimiz bir yıldızız. 
Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi." 

R. Tagore

18 Mart 2012 Pazar

Dar geçit, yağmurlu bir gece, o da şemsiyeli
Çok basit: Ben yukarı kaldırdım, rahatça geçti.

behçet necatigil

6 Mart 2012 Salı

Pollyanna’ya Son Mektup

“Aşk mektupları elbette yakılmalı, 
geçmiş en soylu yakacaktır.” 
(Nabokov) 

Muhabbet kuşumuz öldü 
Arkasında uçuşan tüyleriyle mavi bir sonbahar bırakarak 
Biliyorsun ölüm, mavi boş bir kafestir kimi zaman 
Acıyı hangi dile tercüme etsek şimdi yalan olur Pollyanna 

Uyuyamadığım gecelerin sabahında 
Gözaltlarımdan mor çocuklar doğardı 
Mor çocuklarıma ninni söylerdi sabah ezanları 
Fırtına ters çevrilen şemsiyelere benzerdi 
Duaya açılan avuçlarım 
Avuçlarıma kar yağardı 
Kimi zaman tipi... 
Kaç kere avuçlarımda mahsur kaldım. 
Birkaç kış geçti Pollyanna 
Ben hep mahzun kaldım. 
Kocaman bir kardan adam yaptı içime bir çocuk şair 
Tuhaf şarkılar mırıldanarak: Şiirime kenar süsü olsam ben 
Bir kenar süsünün gülü olsam ben 
Sarı deftere tuttuğum bir günlük 
Aşk olsam ben... 

Sonra yazları 
Yaseminlerle sarmaş dolaş bir balkonum oldu 
Balkon yaseminlerle sevişirdi 
Rüya hülyayla sevişirdi. 
Ben o beyaz ve güzel kokan çadırın altında 
Geceyle sevişirdim. 
Bir davet gibi otururdum balkonda 
Bir beyaz örtü gibi sarardım acılarımı başıma 
Ben sevgilisi çile olan bir gelindim Pollyanna 
Gel derdim gel, kim olursan ol yine gel... 
Çiçekli bir düğün davetiyesi gibi otururdum balkonda 
Yıldızlar ürkerdi, titrerdi davetimden 
Ayın etrafında beyaz bir hale dönerdi. 
Bileklerimi uzatırdım çıplak, beyaz ve inca 
Işıktan bir kelepçe istedim yüz görümlüğü olarak Pollyanna. 
Secde eden alnımı, 
Şarap içen dudağımla öpmek istedim. 
Dizlerimde ve dirseklerimde nasır tutan arayışımı 
Beyaz bir merhemle ovmak istedim. 
Beyaz bir günahtır aramak kimi zaman Pollyanna... 

İtiraf etmek gerekirse 
Domates-biber biçiminde tuzluklar aldım pazardan 
Kalp şeklinde kültablaları 
Kalbimde söndürülmüş birkaç sigaradan kalan kül 
Yetmezdi yeniden doğmaya. 
Orhan Gencebay dinledim itiraf etmek gerekirse 
Bedelini ödedim ama Pollyanna 
İtiraf artık tedavülden kalkmış bir kağıt para. 

Hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı Pollyanna 
Çimento, demir, çamur... 
Duvarlarımı şiir ve türkü söyleyerek sıvardım. 
En üst kattan düşerdim her gün 
Esmer bir işçi gibi dilini bilmediğim bir dünyaya 
Hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı Pollyanna 
Sana ve mutluluğa yazılmış mektuplarıma 
Cevap beklediğim zamanlarda. 

Benim bir köyüm olmadı. 
Hiçbir şehir karlı sokaklarıyla bana 
Pazen gecelik giymiş bir anne gibi sarılmadı. 
İstanbul’u evlat edinsem 
Benimsemezdi nasıl olsa otuz yaşında bir anneyi 
Yüzyıllarca yaşamış bir çocuk olarak. 
Mütemmim cüz olamadım hiçbir aşka Pollyanna 
Bir kitaba bir cüz olamadım. 
Yukarıdan aşağı, yedi harfli battal boy bir intiharı denedim. 
Hiçbir bulmacayı tamamlayamadım. 
Bir kediyi okşasam ellerim yumuşardı 
Biri okşasam bir yumuşardı. 
Bire “BİR” olamadım. 

Fırfırlar olmalıydı oysa hayatımın kenarında Pollyanna 
Kırmızı puanlı bir şiir olarak uyumalı, mor puanlı 
uyanmalıydım. 
Pişman olmamalıydı orada olmalarından yeşil farbelalarım. 
Bir çingenenin çıkardığı dil olmalıydı şiirlerim. 

Sana bu son mektubu, 
Artık senden mektup beklemediğimi söylemek için 
yazıyorum Pollyanna 
son şiirini yazmaya cesaret edememiş bir şair olarak.

Didem Madak