31 Aralık 2011 Cumartesi

biliyorum tanrım çok işin var.milyonlarca dilekle ilgilenmen gerek ama şunlardan birkaçı olsa yeter.aciliyeti de yok yaza kadar yolu var.ilgileneceğin için teşekkürler tanrım.sana da mutlu yıllar




387616_227218557352520_100001931325419_534765_2010874948_n_large


405330_227219550685754_100001931325419_534805_1978316027_n_large



394409_245540002181529_114982095237321_612213_1093684648_n_large


403174_245352612200268_114982095237321_611759_76211223_n_large

388263_245542992181230_114982095237321_612224_1994718236_n_large


407891_245352505533612_114982095237321_611758_335302180_n_large

28 Aralık 2011 Çarşamba

Tumblr_lm24mttfet1qcqxldo1_500_large

yatak başlarını sevmem ben.çıkarabilirsem çıkarmak isterim.ne yani kafamı nereye koymam gerektiğini bi yataktan mı öğreneceğim.koruma amaçlı desen bi solucan değilim ki gece sürüne sürüne ileri doğru gideyim.hem ayrıca yataklar dikdörtgen değil kare olmalı.ne tarafa yatarsan yat aynı şekilde sığabilesin.

ve hazır yeri gelmişken
yatak üreticileri artık tek kişilik yatak yapmayı da bırakmalı

Tumblr_lqod5iaimy1qzy6nko1_500_large
 
 
Az ya da çok bütün kadınların kafası karışıktır çünkü erkekler gibi yalın düşünmezler. Yalın ya da bazen yüzeysel diyelim; bizim lügatta. Bütün kadınlar bazen kararsızdır; hafızalarının bir yerinde daha önce yaşadıklarının kırıntısı vardır halı altına süpürülmüş ama yok edilememiş..

Bütün kadınlar tedirgindir bazen; okyanusları geçer derelerde boğulurlar. Beklenmedik anlarda müthiş soğukkanlı olur; gördükleri en ufak ilgide paniğe kapılabilirler.

Bütün kadınlar (günümüzde) evlenme telaşında olmasalar da;geldikleri yaşın farkında olmasalar da; okuldaymış gibi gezseler, hobiymiş gibi çalışsalar da; babalarına torun vermek isteyebilirler zaman zaman; sırf bu sebeple allak bullak olabilirler..
Her ne kadar genellemelere inanmasalar da; karşı cinsi genelleyebilir, kalp kırıklıklarının acısını alakasız birinden çıkarabilirler; hepsini kötü, düşüncesiz ya da güvenilmez zannedebilirler hayatlarının bir bölümünde.

Bütün kadınların kafası karışıktır biraz..

Yaptıkları zeki hamleler onlara yalnızlık olarak geri dönebilir; bu sebeple, oynamayı öğrenirler az da olsa; hep değil zaman zaman.
Bütün kadınlar umursar, sezer, şüphe duyar, saçma sebeplere inanmaz, gözünüzden anlar olan biteni aslında ama bi kez daha boş yere sorar, kalbi kırılır ya da ilgi, şefkat ister farklı dozlarda.

Bir verip bir alan, ne istediği asla tam olarak anlaşılamayan kısaca yoran karşı cinsleri; sürekli konuşan, yersiz ve zamansız kıskanan hemcinsleri yüzünden karışıktır kafaları.

Kime güveneceklerini bilemez; sonunda sadece kendilerine güvenmeye karar verirler; o zaman da sertleşir, toleranssızlaşırlar ister istemez. Dinginlik ararken daha da karışırlar; yalnızlığa alışırlar, daha kompleks bir hal alır ve zeki hamlelerine geri dönerler. Dolayısıyla yalnızlığa iyice batarlar..

Bütün kadınların kafası karışmasın da ne halt etsin; karşılarında onlardan süper kahraman olmalarını bekleyen adamlar varken, güzel olmaları, hamarat olmaları, gerektiği kadar ve doğru yerde zeki olmaları gerekirken, hep bakımlı, hep istekli, hareketli, eğlenceli, uyumlu olmaları gerekirken ne yapsınlar..

Kıskanç olmayacak, anlayışlı olacak, yeri geldiğinde her türlü sohbete adapte olabilecek, yeri geldiğinde dışında kalıp sadece hizmet edecekken, çocuk doğuracak, hamileyken diğer güzel kadınlarla başa çıkmak zorunda kalacakken ne yapsınlar; düşünmeyip de ne halt etsinler.

Karışmasın mı kafaları?


Ece Temelkuran

27 Aralık 2011 Salı

Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman


Dilimde sabah keyfiyle yeni bir umut türküsü
Kar yağmış dağlara, bozulmamış ütüsü
Rahvan atlar gibi ırgalanan gökyüzü
Gözlerimi kamaştırsa da geleceğim sana
Şimdilik bağlayıcı bir takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Ay, şafağa yakın bir mum gibi erimeden
Dağlar çivilendikleri yerde çürümeden
Bebekler hayta hayta yürümeden
Geleceğim diyorum, geleceğim sana
Ne olur kesin bir takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Beklesen de olur, beklemesen de
Ben bir gök kuruşum sırmalı kesende
Gecesi uzun süren karlar-buzlar ülkesinde
Hangi ses yürekten çağırır beni sana
Geleceğim diyorum, takvim sorma bana
-Ihlamur çiçek açtığı zaman.

Bu şiir böyle doğarken dost elin elimdeydi
Sen bir zümrüd-ü ankaydın, elim tüylerine deydi
Sevda duvarını aştım, sendeki bu tılsım neydi?
Başka bir gezegende de olsan dönüşüm hep sana
Kesin bir gün belirtemem, n`olur takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Eski dikişler sökülür de kanama başlarsa yeniden
Yaralarıma en acı tütünleri basacağım ben
Yeter ki bir çağır beni çiçeklendiğin yerden
Gemileri yaksalar da geleceğim sana
On iki ayın birisinde, kesin takvim sorma bana
-Ihlamur çiçek açtığı zaman.

Bak işte, notalar karıştı, ezgiler muhalif
Hava kurşun gibi ağır, yağmursa arsız
Ey benim alfabemdeki kadîm Elif
Ne güzellik, ne de tat var baharsız
Güzellikleri yaşamak için geleceğim sana
Geleceğim diyorum, biraz mühlet tanı bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Ihlamurlar çiçek açtığı zaman
Ben güneş gibi gireceğim her dar kapıdan
Kimseye uğramam ben sana uğramadan
Kavlime sâdıkım, sâdıkım sana
Takvim sorup hudut çizdirme bana
Ben sana çiçeklerle geleceğim
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Bahattin KARAKOÇ

26 Aralık 2011 Pazartesi

nedenler hem sebeptir hem sonuç

-Neden?!!
*Annem, 5 soru öbeginden belki de, en bilinmez olanını sormuştu.Kim, Nerde gibi soruların kesin elle tutulur bir yanıtı olabilir ama 'Neden?' sorusu öyle bagımsız ki..

                                                                                                     
                                                                                                        dedemin insanları

aslında birkaç hafta oluyor dedemin insanlarını izleyeli.giriş repliklerinden biridir bu.beni en çok etkileyen replik de bu olmuştu.'ben bunu yazmalıyım bi yere' dedim ,filmin akışına kapıldım,unuttum.sonra birden aklıma geldi fellik fellik aradım yine bir başka blogda buldum bu repliği.o da en çok bu replikten etkilenmiş.

neden o da bu replikten etkilendi acaba?
nedendir neden sorusunun bu yanıtsızlığı?
nedir bizi 'neden' e çeken?

çünkü cevap bir başkasındadır ve o cevap diğer soru öbeklerinin cevapları gibi somut ve objektif değildir.

bir insana 'neden?' diye sorduğunuzda o sorunun cevabını gerçekten alabilmek için uzun bir yolculuğa çıkmanız gerek.o soruyu gerçekten böyle bir yolcuğuğa hazır olduğunuzda sormanız gerek.eğer hazır değilseniz ve sabırsızlığınıza yenildiğiniz bir anda sorarsanız bu soruyu daha yolun köşesinden dönemeden yorgunluğun çekici kucakları alıverir koynuna sizi.

bu yolculuk cevap aradığınız insana 'neden' sorusunu yönelttiğiniz anda onun hayatına doğru başlar.

her seçimi bir köşebaşı olur.
her yanlışı bir çıkmaz sokak.
hayalkırıklıkları en dik yokuşlarınız olur.
mutlulukları en güzel hanlarınız.
başarıları en rahat yatağınız.
heyecanları en derin uçurumlarıdır
sakinliği sabah dinğinliğidir denizinin

çadırınız var mı sizin?
halatınız?
yastık,yorganınız?
peki ya sandalınız?

bunlara sahip değilseniz eğer bu yolculuğa hiç yeltenmeyin.dediğim gibi daha köşeyi dönmeden pişmanlıklarınız karşılar sizi.çünkü her 'neden' sorusu o kişinin hayatında yaptığı seçimlerin sonuçlarından biridir.siz O insan olmadan,neden sorusunun cevabını asla gerçekten anlayamazsınız.'neden' sorusuna aldığınız her cevabın,aslında kişinin kendinde sakladığı,kendi içinde yankılanan bambaşka bir cevabı daha vardır.

biliyorum yanıtsızlık da yıpratır insanı.hem cevap alacak olsanız bile alacağınız o cevabın yeni bir 'neden' sorusu doğurmayacağını nereden bilebilirsiniz ki!

20 Aralık 2011 Salı

hem zaten ben bu dünyadan üsküdara giderken'i bitirdikleri andan itibaren vazgeçmiştim.sen bir zamanlar anadoluda yı beğenmeyen insanlar yüzünden dünyaya küsmekte biraz geç kaldın dostum

16 Aralık 2011 Cuma

nasıl yani?

Tumblr_lvek1hgtjc1qh14tuo1_500_large

nasıl oluyor da herkes bu kadar yalnızken,herkes bu kadar yalnız kalabiliyor? bu insanlar neden bir araya gelemiyor?herkes 'heeey ben yalnızım' diye bağırırken neden kimse bu insanları duyamıyor? acaba bağırmaya çabalarken sadece kendi sesimizi duyabildiğimiz için mi?bir an olsun susup dinlemediğimiz için mi?

hayallerimin top 10 u,100 ü,1000i




gelecek.

7 harften oluşan bu tek kelime bu kadar korkutucu ve belirsizken,aynı zamanda nasıl  bu kadar merakla ve heyecanla beklenen bir imaj yaratabilir ki insan beyninde?

bugünlerde bende garip bi gelecek telaşıdır ki aldı başını gidiyor.'acaba böyle mi olacak ' , 'şu da olur mu' , bunu başarabilcek miyim ' acaba,acaba,acaba,acaba... ki bunlar daha yüzeysel endişelerim.e hal böyle olunca,sorularım cevapsız kalınca,mitoz bölünmeyle çoğalan endişelerimin önünü alamaz hale geldikçe hırçınlaştım.hırçınlaştıkça yoruldum.yoruldukça kendimi uykuya verdim.uyumaktan keşkek gibi oldum( bu arada olsa da yesek lan).bunun yanında üzerine kitap yazılabilecek rüyalar da görmeye başladım.

yaklaşık 2 haftayı evrene trip atarak ve bi sonuç alamayarak geçirdim.rüyalarımı da analiz edemeyince bilinçaltıma bel bağlamaktan da vazgeçtim.iş başa düştü.koydum suyumu bardağa,aldım kahvemi yanıma,oturdum mermerden hallice koltuğuma son kez tüm korkularımı,endişelerimi önüme döktüm.kaynağına ulaşmak adına karıştırdım,eşindim,deşindim.en sonunda kaybolmayı başaramadan gördüm onu.nerde hata yaptığımı buldum.

ertelemek.evet,evet ertelemek.o pis sıçan yıllar boyunca yemiş durmuş beynimi de korkulara yer açmış meğersem.yıllardır yapmak istediğim ve yapamayıp belirsiz zamanlara ertelediğim ne varsa hepsinin zamanı geçmeye başlamış.bozulmuş,küflenmiş hepsi endişeye ve korkuya dönüşmüş.o pis endişe sıçanını da tam beynimin kendine inanç keseciğinde yakaladım.orayı da kemirmeye başlamış meğer.o zaman farkedebildim tüm bu endişeleri,korkuları.kendime inancımı da kaybetmeye başladığım anda.

eh! sorunumun kaynağını buldum şimdi sıra geldi bizim kımıl zararlısı sıçanımızın icabına bakmaya.sıçanlar üzerine yazılmış ne kadar kaynak varsa araştırdım,ne kadar araştırma varsa okudum amma velakiiin beyin sıçanlarına dair bir tek ibareye rastlamadım( evet tamam kandırdım araştırmadım ama beyin sıçanı yani uydurdum ben onu yoktur kesin kaynaklarda araştırsam da bulamazdım zaten) evet beyin sıçanı diyorduk.yok,yok,yok.nasıl başedileceğine dair hiçbir bilgi yok derkeeeeeennnn aklıma birden o sihirli sözcükler geliverdi.ben sıçana baktım sıçan bana baktı benim bakışlarımda' heehehe aha şimdu yedum senuuu' anlamı onunkilerdeyse derin bi boşluk vardı.ve ağzımdan o kelimelerin döküldüğünü duydum birden. CARPE DİEM!!! puffffff !beyin sıçanı birden ortadan kayboldu.ben de bu keyifle biraz soğumuş olan kahvemi yudumladım.SON.

bu kısa ve absürd hikayemizden çıkan ana fikir ise günü yakala,anı yaşa,fırsatları değerlendir,kendine inan,hayatı erteleme blaa blaa blaaa.

biliyorum yaşam koşullarında tüm hayallerini gerçekleştirmek gibi bi hayalin gerçek olması pek olası değil ama hayallerimizi bir değer sırasına koyarsak eğer en azından hepsi olmasa da kayda değer bir kısmının gerçek olmaması işten bile değil :)

sıçan metaforu için bkz:holly golighty/tiffany'de kahvaltı
carpe diem için bkz:John Keating / ölü ozanlar derneği   'ne teşekkürü bir borç bilirim.

14 Aralık 2011 Çarşamba



bu gece şu boktan dünyada beni saba tümer gibi güldürebilecek birini aradım durdum.hatta saatlerdir evrene sesli mesaj bırakıyorum.

akla durduk yere gelen şarkılar köşemizde bugün onur akını ağırlığıyoruz.dinlerken 'aslında yokum ben bu oyunda' kısmında 'ben aslında yoğum ehuehuehuehu' diye kendi kendime gülsem de bi başkadır,severim

13 Aralık 2011 Salı



bir an vardır.daima bir an vardır.
''bunu yapabilirim,bunu kabul edebilirim ya da buna karşı koyabilirim''
senin anının ne zaman olduğunu bilmiyorum ama var olduğuna eminim.

Annabel Lee

Seneler,seneler evveldi;
Bir deniz ülkesinde
Yaşayan bir kız vardı,bileceksiniz...
İsmi Annabel Lee;
Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten
Sevmekden başka beni.

O çocuk ben çocuk,memleketimiz
O deniz ülkesiydi,
Sevdalı değil karasevdalıydık
Ben ve Annabel Lee;
Göklerde uçan melekler bile
Kıskanırdı bizi.

Bir gün işte bu yüzden göze geldi,
O deniz ülkesinde,
Üşüdü rüzgarından bir bulutun
Güzelim Annabel Lee;
Götürdüler el üstünde
Koyup gittiler beni,
Mezarı ordadır şimdi,
O deniz ülkesinde.

Biz daha bahtiyardık meleklerden
Onlar kıskandı bizi,_
Evet!_bu yüzden (şahidimdir herkes
Ve o deniz ülkesi)
Bir gece bulutun rüzgarından
Üşüdü gitti Annabel Lee.

Sevdadan yana ,kim olursa olsun,
Yaşça başca ileri
Geçemezlerdi bizi;
Ne yedi kat gökdeki melekler,
Ne deniz dibi cinleri,
Hiçbiri ayıramaz beni senden
Güzelim Annabel Lee.

Ay gelip ışır hayalin eşirir
Güzelim Annabel Lee;
Bu yıldızlar gözlerin gibi parlar
Güzelim Annabel Lee;
Orda gecelerim,uzanır beklerim
Sevgilim,sevgilim,hayatım,gelinim
O azgın sahildeki,
Yattığın yerde seni.

edgar allen poe

9 Aralık 2011 Cuma

denge


Sizin alınız al inandım
Sizin morunuz mor inandım
Tanrınız büyük amenna
Şiiriniz adamakıllı şiir
Dumanı da caba

Bütün ağaçlarla uyuşmuşum
Kalabalık ha olmuş ha olmamış
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
Ama sokaklar şöyleymiş
Ağaçlar böyleymiş
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız

Aşkım da değişebilir gerçeklerim de
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yangelmişim diz boyu sulara
Hepinize iyiniyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle dövüşemem
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Ben tam kendime göre
Ben tam dünyaya göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız..
turgut uyar

8 Aralık 2011 Perşembe

bir yazı hüzünle başlayıp,gaza gelmenin sevinciyle nasıl bitirilir örnek 1

şimdi buraya binlerce teselli edici cümle sıralayabilirim rahatlatmak için. 'senin yaşadıklarını yaşayan binlerce insan var' cümlesini bin farklı şekilde söyleyebilirim.hatta biraz kızıp bağırarak 'o kadar dert var dünyada sen kalkmış buna mı üzülüyorsun' deme hakkını bile bulurum kendimde.ama biliyorum ki bu sözler bir kulağından girip diğerinden çıkmayı geçtim ağızdan döküldüğü anda karşındakine ulaşamadan buharlaşıp gidiyor.artık farklılaşan dünyanın getirdiği yeni hüzünleri dağıtabilmek için daha yeni kelimeler üretmemiz gerekiyor.

herşeyin bireyselleştiği bu zaman;insana kendi kenini teselli etme özelliğini,süreç içerisinde,belli deneyimlerle uygulamalı olarak;öğretiyor.bu öğretinin belli aşamaları var.ilk önce ben sadece arkadaşlarım,dostlarım ve aileme güvenirimle başlayan bu serüven,dostlar ve aileye,oradan da sadece kendime ve aileme güvenirime kadar devam ediyor.bu süreçten sonra insan herşeyi ailesiyle paylaşmaz olup bazı durumlara kendi kendine savaşarak ,bazen de kendiyle savaşarak çözümler getirmeye başladığının farkına varıyor.yaygın deyişle anlatırsak büyüdüğünün farkına varıyor.

şöyle kendime uzaktan bakınca ben henüz bu serüvenin dostlarıma ve aileme güvenirim kısmındayım sanırım.burada son derece de rahatım.ve burdan da hayata sesleniyorum: eğer beni yerimden etmeye kalkıp,hadi artık yoluna devam diyip kabadayılık edeceksen adamlarını da al gel çünkü yalnız değilim.
hııığaaaaa

7 Aralık 2011 Çarşamba

5 Aralık 2011 Pazartesi


'Hafızanın bahçesi çoraklaşmaya başlayınca' demişti o son akşamların birinde Celal  'insan elde kalan son ağaçların ve güllerin üzerine şefkatle titrer.kuruyup gitmesinler diye,sabahtan akşama kadar onları sulayıp okşuyorum : hatırlıyorum,hatırlıyorum ki unutmayayım  
kara kitap/ orhan pamuk

bu satırları okurken aklıma kendim de dahil bir çok insan geldi.başrolü yine kimseye kaptırmadım.her kitap okuyuşum,her film izleyişim ve her şarkı dinleyişimde yaptığım gibi yine bu satırlarda da kendime dair birşeyler aradım.kelimeler ve cümlelerle aram hiç iyi olmadı.bu yüzden kendimi ifade etmekte hep sıkıntı çektim.duygularımı da aynı şekilde.ne hissetsem hep karşı tarafa yanlış aktardım. kelimeleri bu denli yadırgamamın ve onlara alışamamamın sebebi sanırım hafızamdan kaynaklı.kelimeleri ve olayları hafızamda çok fazla tutamadığım için öğrendiğim yeni kelimeler hep aklımadan uçup gitti.büyüdükçe karmaşıklaşan duygularımı anlatmak içinse uzun zamandır sahip olduğum kelimeler zamana direnip küçük kaldılar.bir kelimeyi öğrendim diyebilmem için o kelimeyi çok kereler tekrar etmem gerekti.yaşadıklarımın bir kısmı da öyle.yani aklımda kalma süreleri.kelimelere nazaran daha uzun süre hatırlayabilsem de diğer insanların hatırlayabildiği süreler kadar uzun kalamazlar benim aklımda.yaşananların kelimeler gibi tekrarı da olmadığı için hafızamın bahçelerinde sulamayı unuttuklarım kuruyup toprağa karışırlar.şu an üniversite 2. sınıftayım ve hatırlayabildiğim kısım yalnızca lise 2 nin bir kısmı ve lise 3 ten itibaren bu zamana kadar yaşadığım olaylardır.tabi ki lise 2 ve öncesini tamamen unuttum diyemem ama hatırladığım olaylar da sayılabilecek kadar azdır.ancak biri bana hatırlatırsa 'aaaa sen şu sınıfta şöyle şöyle söylemiştin böyle böyle yapmıştın' derlerse 'aaa hakkaten yaaa yapmıştım de mi!!!! o.O' diyebilirim ya da hatırlamazsam size gülümser ama şüpheli gözlerle bakarım.bu durumun iyi yanları da vaaaar kötü yanları da.iyi yanı üzücü şeyleri de unutabilmem kötü yanı ise beni ben yapan ne kadar olay varsa çoğunun uçup gitmesi.sanırım bu yüzden ben hiçbir zaman geçmişteki hatalarından ders çıkarabilen insanlardan olamadım.yani uzak zamanlardaki hatalarından diyelim :)

1 Aralık 2011 Perşembe


Ne zaman üniversitelere konuşma yapmaya gittiysem ya da ne zaman benden daha genç biri benim ondan daha fazla bir şey bildiğimi sanarak bana sorduysa "bu işin olurunu", dedim ki:
Üniversiteyi bitirince hemen çalışmaya başlama. Git, dolaş, ülkeler gez, aç kal, meteliğe kurşun at, ama ne yap et, koşturmaya başlamadan önce biraz amaçsız yürü. Maceraya çık, bedeli ne olursa olsun bunu yap. Çünkü...
...Çünkü hayat, onu erken anladığını sananlardan çok fena alır öcünü. Bir şeyi vaktinde yaşamadan geçersen, çok sonra, seni rezil etme pahasına, sana yaşatır o eksik bıraktığın bölümü. Âşık mı olmadın on altı yaşında? Gelir seni kırk beşinde bulur, en olmaz zamanda. Maceraya mı çıkmadın yirminde? Sürükleye sürükleye götürür seni otuz beşinde. Yırtık kot, yer bezinden hallice bir kazak giyip, nasıl göründüğüne aldırmadan geçiremedinse öğrencilik yıllarını mesela, elli yaşında, artık kalabalıkların gözleri seni hiç de öyle görmeyi beklemezken, sana giydirir o kot pantolonu. Hayatı sakın erkenden yaşama, sonradan çok fena komik eder adamı. Serserilik ederek geçirmeli insan serserilik edilecek yaşları. Zira atlayıp geçtiğin ne varsa dönüp dolaşıp bulur insanın yakasını. Kendini yaşatıncaya kadar yapışıp kalır.

Sebeb-i firarım

Git dedi kalbim! Bu yüzden ben de bu asla tahmin edilemeyecek ülkeye geldim. Dünyanın en sessiz toprağına vardım. Başka ülkelere de gideceğim. Kalbim "Burada biraz duralım" dediğinde durup, bir ses gelmezse kulağıma, yola devam edeceğim. Çünkü vaktiyle bunu yapmaya cesaret edememiştim. Ben hayatın "bir işe yarasın" diye yaşanmayacağını, henüz şimdi, yeni öğrendim. Sonunda mutlaka bir şeye yarayacaktır herhalde, bir şeyler yazıp çizeceğizdir ama, adını koymaya çalışmadan bir çiçeğe bakmayı ben yeni temrin ediyorum. Öylesine bakmayı. Öylesine.
Ama yine de bugün bir göl kıyısında yürürken "yol defterime" bir not düştüm:
Taşı delip çıkan çiçekler, taşla hesaplaşır. Taş durdurur, çiçek yürür. Aslında uzun düşmanlıklar da bir sadakat meselesidir. Yani çiçek de taş da birbirini bilir. Ama esas mesele yoldan öylesine geçen birinin, yani öylesine geçiverirken, çiçeği öylesine koparıvermesi ihtimalidir. Taştan çıkan çiçeğin asıl göze aldığı budur.
Ey okur, bunun için geldim işte. Gürültüde görülmeyen şeyleri görmeye..

ece temelkuran